Geçen hafta yazdığım 40. Hafta yazısından sonra bazı geri dönüşler aldım. Yerinde ve haklı bazı soruları oldu bana.  Yılın başından beri hiçbir şey yazmayıp, sonra bir anda 40.hafta diye bir yazıyla kendimden bahsetmeye başlayınca, ‘neler oluyor yahu’ olmuşlar biraz. Aslında bu yazıların çıkış noktası, benim bloguma düzenli olarak yazı yazmak istememdi. Belli bir rutine oturtabilmek ve bir düzene sokabilmek adına da haftalık olarak günlük tutmaya karar verdim. Bu haftalık yazılar benim Datça’daki hayatımı, burada nelerle vakit geçirdiğimi -ki bu çoğu kişinin merak konusu- son dönemlerde nelere kafa yorduğumu, neler okuduğumu, neler izlediğimi içeren, şimdinin moda tabiriyle lifestyle yazılar olacak.

Şimdi bu girizgâhtan sonra 41.haftaya başlayabiliriz:

Hastalığım hâlâ geçmedi, şiddetini kaybetti ama benim hayat kalitemi bozmaya devam ediyor. Sonbahardan mı, bu hastalığın bir etkisi mi hiç bilemiyorum ama migren ağrılarım hayatımı felç ediyor. Bunun etkisi de ne oluyor; spor yapamıyorum ve kitap okuyamıyorum. Benim hayat kalitesinden anladığım da bu ikisi zaten.

Geçen hafta beni en çok mutlu eden şey bu 40. Hafta yazısını blogda yayınlamak oldu. Çünkü kendime bir söz vermiştim ve onu tuttum. İnsan en çok kendine verdiği sözleri tuttuğunda tatmin duygusu yaşıyor. Bu yazdığın ne ki diyebilirsiniz, ne olduğu önemli değil kendine verdiğin en ufak bir sözü tut. Mesela her sabah evden çıkmadan yatağımı toplayacağım de ve bunu üç gün yapınca içinde uyanan hisse bir bak. Denemesi bedava.

Bu hafta iki film ve iki belgesel izledim. Belgesellerle ilgili ayrı bir yazı yazmak istediğim için şu anda onlardan bahsetmeyeceğim.

İlk film: Fantastik Canavarlar Nelerdir, Nerede Bulunurlar?

Bir yıl önce vizyona girmişti. Ama ben çok uzun zamandır sinemaya gitmiyorum ve açıkçası sinemaya patlamış mısır, cips yemeye gelen ve sürekli konuşan insanların nesli tükenene kadar da gitmeyi pek düşünmüyorum. Yeniden filme dönecek olursak kesinlikle ben bir Potterhead’im. Tüm kitapları ve filmleri defalarca izlemiş biri olarak, Eddie Redmayne bu role de cuk oturmuş. Harry Potter dünyasını seviyorsanız eminim çoktan izlemişsinizdir filmi. Yönetmen David Yates, Harry Potter ve Zümrüdüanka Yoldaşlığı filmi ile Harry Potter filmlerini yönetmeye başlamıştı ve bu dünyayı ondan daha güzel algılayıp, aktaran biri olamaz gibi geliyor bana. Hala Harry Potter’ı okumamış, izlememiş ve buna rağmen hakkında fikir sahibi olup orada burada konuşan insanları anlamıyorum. İzleyip, okuyup sevmemek olabilir. Her ne kadar onu da anlayamasam da 🙂

İkinci film; benim de ikinci kez izlediğim About Time.

2013 yılında vizyona girmiş İngiliz yapımı. – İngiliz filmlerine bayılıyorum-  İlk kez iki yıl önce izlediğimde de çok etkilenmiştim, şimdi de aynı şekilde etkilendim. Filmin konusundan bahsetmek istemiyorum ama bende bıraktığı izden bahsedebilirim. Yaşadığımız her anın ne kadar değerli olduğunun altını çizen bir film. Bunu hep kendimize hatırlatsak da, çoğu zaman uygulayamıyoruz. Birçok şeyi kaçırıyor ya da fark etmiyoruz. Gün içerisinde odaklandığımız o kadar çok sorun oluyor ki, bize ne yeni açmış bir çiçekten, yağmurdan sonra ortaya çıkan sümüklü böceklerden, sabahları sevinçle şakıyan kuşlardan. İşte bu film size gerçekten senin için ne önemli, dur ve bir düşün diyor. Film bittiğinde ister istemez kendine bazı sorular soruyorsun, düşünüyorsun, bu film insana iyi geliyor.

Umuyorum ki bir sonraki hafta daha fazla okuyabildiğim bir hafta olur. Bu yazıları Pazartesi sabah yayınlamış olurum. Bir adım attıysan devamı gelmedi öyle değil mi?

Haftaya görüşürüz 🙂

Sibel

 

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here