Bu yazı sürprizbozan* içermektedir.


“Annesi hayattaysa insan yalnız değildi. Görünmez bir göbek bağıyla bağlıydı hayatın çekirdeğine.”


Gönül Meselesi bitti. Kitabı kapatıp bir süre öylece, kapağına bakarak düşündüm. On yıl önce açılmış bir sayfa/bir hesap bu gece kapandı benim için. Şu anda biraz buruksam sebebi son birkaç gündür Arda’nın peşinde dolaşırken kendi gençliğimde de bir yolculuk yapmamdandır.


Gönül Meselesi’nden Önce başlıklı yazımda da belirttiğim gibi ilk önce Git Kendini Çok Sevdirmeden‘i okumuştum. Gönül Meselesi‘ne de, yine bu kitap üzerinden, geçmişten geleceğe doğru uzanan bir köprüden geçer gibi yürüyüp gitmek istiyorum.


Git Kendini Çok Sevdirmeden Tuna Kiremitçi’nin ilk romanı. Arda yazarın başkarakteri. Arda’yı ilk kez on yedi yaşında odasında görüyoruz. Sonra aslında Arda’nın bugün kırk yaşında bir kadın olduğunu, Ali ile evlendiğini ve çocuğunun olduğunu ama ne yazık ki onu bir trafik kazasında kaybettiğini anlıyoruz. Yazar bize bu bilgileri hızla ama sindirmemize zaman tanıyarak veriyor.


Arda bu acıya dayanamayarak Eskişehir’deki çocukluk evine yani annesine sığınıyor. Burada genç kızlık odasında kalması, onun hatıralarıyla yolculuğa çıkmamızı ve yazarın sarmal olarak anlattığı iki hikâyenin elinden tutarak kitabın sonuna kadar ilerlememizi sağlıyor.


Git Kendini Çok Sevdirmeden‘i ikinci kez okuduğumda, beni şaşırtan bir şeyi fark ettim On yıl önce aslında ben on yedi yaşındaki Arda’nın hikâyesini okumuşum, onu biriktirmişim içimde, o hikâye bana değmiş ve bu kadar yıl onun hikâyesini beklemişim aslınsa… Bugün ise kırk yaşındaki Arda’yı çok iyi anlıyor, onunla ahbaplık ediyorum. Beraber yürüyüşlere çıkıyor, kahve içip sohbet ediyoruz, hayata dair benzer dertleri paylaşıyoruz. On yedi yaşındaki Arda’yı ise yüzümde anlayışlı bir gülümseme ile dinliyor. Geçer diyorum içimden…


Git Kendini Çok Sevdirmeden bitince hevesle elime aldım Gönül Meselesi‘ni. Yazar tam kaldığı yerden on yıl sonra devam ediyordu. Arda artık İstanbul’a evine dönmeye hazırdı. Annesi ile geçirdiği bir yılın sonunda, kendinde bu gücü bulmuştu. Ertuğrul ile yıllar sonra yeniden karşılaşmış ve bu karşılaşma ona karşı hâlâ aynı hislerle dolu olduğunu anlamasına yol açmıştı. Ertuğrul’un bir kızı olduğunu ve Dünya’nın annesinin hayatta olmadığını öğrenmişti. Şimdi ise trende Dünya ile birlikte İstanbul’a gidiyordu.


İstanbul’a geldiğinde hiç de beklediği gibi bir manzarayla karşılaşmadı. Son bir yılda zaman onun için neredeyse hiç akmazken, Ali için birçok şeyi yerle bir etmiş ve yeniden kurmasını sağlamıştı. Arda acısı ile savaşamayıp tüm kadınlar gibi annesine sığınmıştı. Ali’yi burada acısıyla baş başa bıraktığında iyi bir şey yaptığını düşünmüştü. Ali tek başına oğlunun yasını tutarken ölmek istemiş ve o sırada rüyasına giren aksakallı dede sayesinde çocukluğundaki bir hikâye elini tutmuş ve onun tevekküle varmasını ve Allah’a yaklaşmasını sağlamıştı. Bu sırada Gönül ile tanışmış ve yeniden âşık olmuştu. Arda bu durumu fark ettiğinde, her kadın gibi şaşırmış ve en yakın arkadaşıyla kocasını yeniden elde etmek için plan yapmıştı. Bu plana göre Arda, Gönül ile arkadaş olacak ve onu daha yakından tanıyarak açıklarını öğrenecekti.



Buraya kadar anlatılanlarda inandırıcı olmayan bir yan yoktu aslında. Herkes kocasının âşık olduğu kadını merak eder ve o kadını tanımak ister fakat kitapta Gönül’ün kapalı olması ve buna yapılan vurgular, Gönül’ün ağzından dikte ettirilen slogan cümleler beni okurken irite etti. Kitap sakin ve güzel bir şekilde akarken sanki birden yazar bazı cümleleri fosforlu kalemle çizmeye ve gözüme sokmaya karar verdi. Bu da elbette biraz okumanın tadını kaçırdı ve romanın akıcı ritmini bozdu.


İki kitabı üst üste okumak, bazı tespitlerde bulunmama yardımcı oldu. Çünkü yazarın ilk ve son kitabıydı elimde tuttuğum. Bir yazarın edebi yolculuğu hakkında çok şey söyler bu tarz okumalar bu nedenle de çok severim. Maalesef bu sefer hayal kırıklığına uğradım. İlk kitapta heyecanlı ama edebiyat yapmaya istekli bir genç yazar vardı, onu sevmiştim ama son kitapta, evet kurgusu ve akıcı diliyle daha yetkin ama edebiyattan uzaklaşmış daha çok çoksatarlar tarafına kaymış bir yazar gördüm. Bu bir okur için üzücü bir durumdur her zaman.


Tuna Kiremitçi’nin en büyük başarılarından biri, kadınları çok iyi anlatabilmesi/anlayabilmesi. Bunu on yedi yaşındaki Arda’dan bahsederken de, kırk yaşındaki Arda’dan bahsederken de görebiliyoruz. Hatta Arda’nın annesi, Gönül ve Jülide için de geçerli. Kadınların onu bu kadar sevmesinin nedeni bu.  Bazılarının zaman zaman Tuna Kiremitçi’yi küçümsemek için kullandıkları aşk romanları yazarı olmasından kaynaklanan bir durumdan çok, her yaştan kadının gerçekten sadece kadınların bildiği ve anladığı bazı şeyleri hissedebilmesi/görebilmesi ve bunları çok iyi bir şekilde ifade edebilmesidir.


Ben kendi adıma, yazarın kitabın başında Ursula Le Guin’den alıntıladığı gibi “ Gerçek yolculuk geri dönüştür” sözüne uyarak on yıl önce yazdığı romana geri dönmesinden dolayı mutluyum. İki kitabın arka arkaya okunmasının, kesinlikle daha zevkli bir okuma vaat ettiğini de söylemeden geçemeyeceğim. Hepinize iyi okumalar…

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here