Hiçbir zaman yaz insanı olmadım. Sonbahar ve kış benim hüzünlü bakışıma her zaman biraz daha mana kattılar. Bu yazın bitmesini iple çektim desem, pek de abartmış olmam. Eylül’ün gelmesiyle içimi bir sevinç kapladı. Her düşen yaprakla, her inen damlayla aslında ben biraz daha kendimi buldum.

Bir resim olsam, nasıl bir resim olurdum diye hayal ederim bazen…  Ressam bu resmi yağmurlu bir Eylül öğleden sonrasında hayal ederdi. Böyle bir güne en iyi toprak tonları yakışırdı. Kısa saçlı bir kadın düşlerdi, evde tek başına, yağmuru seyretmeyi seven bir kadın. Çabuk üşüyen bir kadın olduğu için oturma odasına harla yanan bir şömine yerleştirirdi ressam.  Kadın perdeleri açık bir pencerenin kenarına yerleştirilmiş rahat bir koltukta hüzünle oturuyor olurdu. Kucağında açık bir kitap, onun yeniden ilgisini çekmeyi sabırla beklerdi. İki eliyle tuttuğu dumanları tüten bir fincan çayın, ilk önce ellerini sonra içini ısıtmasını isterdi kadın. Dışarıya, yağmura, insanlara, arabalara bakar, dalar giderdi…

Resme bakan herkes büyük bir yalnızlık ve bu yalnızlığın getirdiği hüznü hissediyor olurlardı.İşte ben böyle bir resmin esareti altında kalabilirdim ancak. Ben olsam olsam bir Edward Hopper tablosu olurdum.

Resim: Edward Hopper Automat

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here