Uzun bir romana başladım bugün. İlk paragrafı okuyup bıraktım. Balkona çıktım, sokakta kimsecikler yoktu. Mahallenin uyuz köpeği bile ortalıkta görünmüyordu. Sıcaktı,  çok sıcaktı bugün. Uzun bir romana başlamak için en uygun günlerden biriydi. Sıcaktı, sıkıcıydı ve yalnızdım. Uzun zamandır olmadığım kadar yalnızdım. İçeri girdim mutfaktan soğuk bir su alıp koltuğa oturdum, televizyonu açtım. Kanalları, belki izleyecek bir şey bulurum diye taradım, ama hiçbir şey yoktu.  Cumartesi günü bu saatte evde oturup, televizyon izleyecek, fazla insan olmadığını düşündüm. Televizyonu kapadım. Bir süre boş boş etrafıma bakınıp, suyumdan büyük, küçük yudumlar almaya devam ettim. “Ben bugün uzun bir romana başladım” diye mırıldanıp, yeniden ilk paragrafı okumaya başladım. Kendimi kaptırıp, tüm bu boşluktan kurtulurum diye umdum. Uzun bir roman elbette bana kalabalıkları da getirecekti. Yeni dostlarım, yeni düşmanlarım, sevdiklerim ve nefret ettiklerim olacaktı. Romanın başkişisi ben olacaktım. Bu uzun roman içinde yaşanan her şey,  benim başım gelecekti.  Zorunlu ihtiyaçlar için ara verdiğimde de, romanın cümleleri arasında dolaşacak, asla ondan kopamayacaktım. Yazarın kelimeleri beni sırnaşık bir sarmaşık gibi sarmalayacak ve ben de ona sağlam bir kök olmaya çalışacaktım. Bazen yazara kızacak, bazen başıma gelenlerden yorgun düşecek, bazen sevinçten yerimde duramayacaktım. Roman okuduğumu unutacak, kelimelerin bana söylediği her şeyin gerçek olduğu yanılgısına bilerek,  isteyerek kapılacak ve son kelimeleri okurken sonunun iyi ya da kötü olmasını önemsemeden, birkaç damla gözlerimden aşağıya süzülecekti. Bittiği için hem garip bir huzur, hem bir boşluk yaşayacaktım Gözyaşlarımın nedeni ikisi de olmayacaktı. Gözyaşlarım yalnızca bir kahramanımı daha kaybettiğim için akacaktı…

Resim: Edward Hopper

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here