Şu an kitabın elimde… Çıkalı altı gün oluyor. İlk günden beri haberim var ama ancak fırsat bulup alabildim. Beklediğimden biraz kalın. Hatta bir genelleme yaparsam, bir öykü kitabı için fazla kalın. Roman elbisesi giymiş bir öykü kitabı gibi…  -Metaforlar hiç peşimi bırakmıyor.- Aslında ilk duyduğumda şaşırdım çünkü bundan sonra öykü kitabı çıkarmam herhalde dediğinde, içimi inanılmaz bir panik duygusu kaplamıştı. Cem’e ne olacaktı? Bir yazar yıllardır peşinden sürüklediği bir kahramanı sırf canı artık yazmak istemiyor diye, nasıl terk ederdi? Aklım almamıştı ama bunları sana söyleyecek cesaretim de yoktu. Belki vazgeçersin diye düşünüp, Cem’in yoklunda eski maceralarını okuyup, şimdi ne yapıyor acaba diye düşünerek kurduğum hayallerle kendimi avutuyordum. Ama öykü kitabın çıkınca, içimi yeni ve diğerinden daha güçlü bir panik duygusu kapladı. Ya öykülerinde Cem yoksa? Bunu şu anda bilemiyorum. Endişeliyim.

Ellerimle çepeçevre dokunuyorum kitaba. Sanki Cem içindeyse anlayacakmışım gibi. Beyaz kapak üzerine her zamanki gibi en üstte senin adın, sonra kitabın adı,  hemen altında kapak resmi ve onun altında da yayınevinin adı. Kitabın ismi daha kitabı açmadan okuyucunun soru sormaya başlamasını sağlıyor. Dikkat çekici öykü isimleri bulmakta üstüne yoktur bilirim. Kapak resmine gelince rahatsız edici. Biliyorum, böyle resimlere bakmanın insanın kendi gizli odalarına varmasına yardım ettiğini söyleyeceksin.  Yine de, şüphesiz senin de tahmin edeceğin gibi, bu resmi de sevmedim. Kitapta tam on dokuz öykü var. Birinde eminim Cem’den bahsedersin.  Hem sen de merak etmiyor muydun neler yaptığını?


İlk öyküyü okudum ve şaşkınım. Cem yok. Selim, Mehmet, Arzu ve Seval var ama Cem yok. Biliyorum anlatıcı ve başkahramanın ismi hiç geçmemiş ama Cem değil o, Cem’i tanıyorum çünkü. Neyse, sakin olmalıyım daha on sekiz tane öykü var. Derin bir nefes alıp ikinci öyküye geçiyorum.

Sanki benimle dalga geçiyorsun! İkinci öykü. Adım Fırat, diye başladı yani sakın beni Cem zannetme. Cem’i buralarda arama der gibi. Aramamazlık edemiyorum. Öykünün sonuna kadar da ümidimi yitirmedim. Ama yok. Doktorun sorusu bir hikâye kahramanı olma fikri sizi neden rahatsız ediyor? Bu soru Fırat’a sorulsa da ben cevapladım. Beni hiç rahatsız etmezdi, bir yazarın ellerinde oradan oraya sürüklenmek fikri hatta çok eğlenceli. Cem ile bir hikâyenin içinde olsaydık, o hikâyeye hapsolsaydık, düşünmesi bile kalbimi hızlı hızlı çarptırıyor. Sakinleşip üçüncü hikâyeye geçiyorum.

Bu öykü benim gibi klostrofobisi olan biri için, hiç uygun değildi. Çok zorlandım okurken, fobim o kadar öne çıktı ki, Cem bile aklımdan uçtu gitti ama yine de yok, biliyorum.

Artık iyice ümidimi kaybetmeye başladım. Cem hâlâ yok ortalıkta. Bu gecelik bu kadar hayal kırıklığı yeter diye düşünerek kitabı kapatıp, televizyonu açtım. Düşünmek istemiyorum!

Yeni bir gün ve yeni umutlarla adı ‘Kuşku’ olan öyküye başladım.  Benim de sık sık yaşadığım bir panik duygusunu anlatmışsın. Gerçi şaşırtıcı değil artık bir elin parmaklarını çoktan geçen korkularımdan biri sadece. Hiç beklemediğim bir anda parçalanarak ölmek. Cem yoktu dememe gerek yok sanırım. Bu arada gerçekten kalbinden içine girilen başka bir şehir var mıdır acaba?

Ali ve Yasemin’in sinema macerasını okurken tedirgin olduğum yerler olmadı değil. Sinema kalabalıktı ve Cem’in orada bir yerlerde olduğunu hayal ettim. Bu çok hoşuma gitti.

Bize kuşdili öğretildi adlı öyküde de yine tanıdık isimler var lâkin Cem yok. Okurken bir yandan da çocukken de çok sevdiğim rakamlara göre boyayıp şekli ortaya çıkarma oyununu oynadım. Papağanları tek tek boyayıp oluşturdum, hepsi çok güzeldi. Çizgileriyle, fotoğraflarıyla, hikâyesiyle çok etkileyiciydi.

Artık kaçıncı öyküde olduğumu saymayı hatta öykülerin içinde Cem’i aramayı bile bıraktım. Umudunu yitirmiş bir şekilde sadece okuyorum. Aslında belki artık bu mektuba da son vermeliyim. Çünkü bunu yazmaya başlarken bir öyküde bir anda Cem’le karşılaşacağımı ve o heyecanla yazacağım şeyleri kayıt altına alabileceğimi düşünmüştüm. Olmadı…

İnsan beklenti içine girdikçe daha büyük bir hayal kırıklığına uğruyor. Oysa kitabın ilk çıktığını duyduğumda ne kadar da sevinmiştim ama Cem’i bulma fikrine o kadar kendimi kaptırdım ki sanırım kitap okuma zevkine gölge düşürdüm. Hatta sana da sinirlendim biraz. İnsan on dokuz tane öykü yazıp, beklediğimi de bilmesine rağmen bir tane bile Cem ile ilgili bir şeyler yazmaz mı?

Kitaba adını da veren son öykü, sessizlik içerisinde, tıpkı bir filme giriş yapar gibi başlıyor. Nöbet tutan bir asker, bugüne kadar hiç kullanmadığın bir öykü kahramanıydı. Kelimeler akarken gözümün önünden, bunun içi mi vazgeçtin Cem’den sorusu da bir yerden beynimi kemirmeye başladı. Birisinin onu izlediği duygusuna kapıldı asker, evde yalnızım ve bu duygu beni de sarmaladı bir anda. Kendimi askere yakın hissettim. Bu öykü okurken çok doğal biliyorum kahramanla benzeşmek ister çoğu zaman insan. Ama Cem’e ihanet etmişim gibi geldi bana “Gerilim insanın zihnini bulandırır, bunu biliyorum”  Çarçabuk kovdum bu düşünceyi aklımdan ve okumaya devam ettim. Her şey bir anda bitti. Sanki Cem’in güldüğünü duydum. Öykünün devamında bütün kahramanlara belli bir mesafeden bakmaya karar verdim.

Kitap bitti. İçim biraz buruk. Hem kitabın bitişine hem Cem’i göremeyişime… Anlaşılan beklemeye devam edeceğim. “Bir yazarın yarattığı kahramana baktığı gibi”  Cem’e bakmayı sürdürmen dileğiyle…

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

1 COMMENT

  1. Cem belki yazar tarafından öldürülüd biryerde, ama cem’in yerine bir muhakkak sahneye cıkacaktır bir zaman sonra yazar tarafından, muhakkak.. zaten cem yada başka biri okuayn birileri varsa, yazan gönüllerde bir kahraman yaratacaktır..sevgi ve saygılarımla.M.EREN

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here