“Lupita Ütü Yapmayı Seviyordu. Ütü yapmak kafasını sakinleştiriyor aklını başına getiriyordu, sanki kırışıklıkları gidermek ona göre dünyayı düzene sokmanın, otoritesini kullanmanın bir yoluydu. Onun gözünde kırışıklıkları açmak dertleri yok etmenin bir biçimiydi, bu sayede kırışıklık yok olup giderek düzene yol açıyordu, bu da o gün her zamankinden fazla arzu ettiği bir şeydi.” Sf.15

Lupita o gün Cuitláhuac Parkı’nın karşısındaki sokakta dalgın bir şekilde yürürken, tüm talihsizliğiyle belediye başkanı Arturo Larreaga’nın cinayete kurban gitmesinin tek şahidi olarak hiç istememesine rağmen kayıtlara geçti. İşte bu andan itibaren uzun zamandır belirli bir düzene sokmaya çalıştığı hayatının kontrolünü kaybetmeye başladı.

Lupita Ütü Yapmayı Seviyordu, ülkemizde ve dünyada Acı Çikolata kitabı ile tanınan Laura Esquivel’in son kitabı. Cinayetle açılan bu roman, bir polisiye romandır dersek yazara haksızlık etmiş oluruz. Ama Büyülü Gerçekçilik akımının günümüz temsilcilerinden olan Laura Esquivel’in tempoyu sağlayan bir metronom gibi cinayeti kullandığını ve Lupita’nın hikâyesini ve kim olduğunu bunun üzerinden kaydırdığını söylemek de yanlış olmaz.

Biz okur olarak bir romanı okumaya başladığımızda kendimizi genellikle kahramana yakın hisseder hatta onunla kendimizi özdeşleştiririz. Bu yol arkadaşlığı hikâyenin içinde beraberce akmamızı sağlar. Ama bu romanda Lupita’ya kendimizi yakın hissetmekte zorlanıyoruz. Lupita üvey babasının alkollü olduğu bir gece tecavüzüne uğrayan, alkolik, uyuşturucu bağımlısı, on beş yaşında hamile kalmış, kocasının dayaklarından çok çekmiş, oğlunu alkolün etkisiyle kazara öldürüp hapse girmiş bir kadın polis yani bir anti kahraman.

Lupita tüm bu olumsuz özelliklerine rağmen ayrıntılara düşkün, gözlem yapma yeteneği yüksek bir kadın. Birçoğumuzun aksine Lupita ütü yapmayı, çamaşır yıkamayı, örgü örmeyi, iş işlemeyi seviyor. Her gün yaptığı bu işler onu rahatlatıyor, kafasını açıyor, kendini arınmış hissetmesini sağlıyor, hayatın ona getirdikleri karşısında sakin kalabilmesine olanak veriyor. Yazar Lupita’nın düşünceleri üzerinden gözümüz kapalı yaptığımız, çoğu zaman angarya gördüğümüz işlerle bize yaşamın felsefesini yapıyor. Kitabı okurken bunu düşündüm aslında bu hepimizin hemen hemen her gün yaptığı bir şey, rutin işleri yaparken bulunduğumuz yerden ayrılıp hayatın iç penceresinden kendimize, sorunlarımıza yani yaşamımıza bakmak.

Meksikalı yazar, Lupita ve diğer karakterler ile yozlaşan birey üzerinden aynı zamanda büyük resmi de bizimle paylaşıyor. İktidar sahiplerinin kendi çıkarları için açgözlü davranarak rüşvet aldıklarını, uyuşturucu ticaretine göz yumduklarını, yasadışı çetelerle iktidara gelebilmek için gizli anlaşmalar yaptıklarını, en küçük memurundan en üst düzeye kadar değerlerini kaybettiklerini bize gösteriyor.

Lupita’nın istemeden yaşadığı yirmi bir günlük inziva, teknolojik aletlerden ve iletişim olanaklarından yoksun, günlük hayat hayhuyundan uzakta kalması onun daha önce görüp yorumlayamadığı şeyleri anlamlandırmasını sağlıyor. Bu sayede romanın sırrı çözülüyor. Yazar bu romanında Meksika’nın Şaman adetleri üzerinden modern insana kendi değerlerini anımsatıp, geleneklerine sahip çıkması gerektiğini, kendini tanımak için kendine fırsat tanımasının öneminin altını çiziyor.

Modern insan günümüz hayat şartlarında kendisiyle asla baş başa kalamıyor. Kendini tanımaya fırsat bulamıyor. Kendi sesini, kendi isteklerini hiç duymuyor. Bu kitabı bir de bu gözle okumanızı ve kendinize bir şans daha vermenizi tavsiye ediyorum. Zaten romanın efsunlu atmosferi sizi ilk cümleden saran bir yapıda çatılmış. İnci Kut’un şahane çevirisiyle de elinizden bırakamadan bir çırpıda okuyacağınız bir roman.

  • 15.07.2016 tarihinde Akşam Gazetesi kitap ekinde yayınlanmıştır.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...

LEAVE A REPLY

Please enter your comment!
Please enter your name here